İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği sıralarda Anglikan kilisesi başpapazı da Dârul Fünun-u İslâmiye’den, İslâmiyet hakkında dört şey soruyor ve 600 kelimeyle cevaplandırılmasını istiyor. O zaman Dârul Funun-u İslâmiye azası olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu suallere şöyle cevap veriyor:
Böyle zalim bir devlet ayağını boğazımıza bastığı bir hengamda bizden sormuş olduğu soruya 600 kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil bir tükrükle cevap veririz Tükürün ehl-i zulmün merhametsiz yüzüne diye cevap veriyor. Bilahare o sorulan soruları başka bir sebeple cevaplandırıyor.
Şimdi sanki aynı durumdayız. Amerika mağrurane ayağını boğazımıza basmış sıralamayı zaid bulduğum; bizden papazını istiyor, savunma sanayimiz için elzem olan silahlardan vazgeçmemizi istiyor, sınırlarımızın güvenliği noktasından vazgeçilmez olan mücadelemizin son bulmasını istiyor, bizim ülkemizi bölmek ve yıkmak isteyen terör örgütlerine karşı mücadeleyi durdurmamızı istiyor vs.
Konu ülkemiz ve istiklâlimizi olunca her türlü vasıta ve imkanlar, ülkemizin birlik ve beraberliğini korumak için sarf edilir. Yekvücut hareket edilir. Dahilde bir arada stratejik konularımızı kendi aramızda, her türlü imkanlarımızı ve desteğimizi doğru kurmak için enine boyuna tartışarak istişare ederiz. Ancak istişare sonunda ekseriyet tarafından kabul edilen fikirler hakkında dışarda tartışma yapılmaz.
Karşımızda ülkemizi, birliğimizi, istiklâlimizi gasp etmek için ittifak etmiş bir şahs-ı maneviye yani İsrail, Amarika Birleşik Devletleri ve yandaşlarına karşı, dahilde siyasi çıkar ve menfaatler bir tarafa bırakılır. Dahilde yapılan yanlış ve hatalı kararlar hatta yanlışlıklar olabilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi diye bir kurum var. Orada bir araya gelinir o yanlışlıkları müzakere edilir ve çoğunluğun ittifak ettiği konu size ters düşse de onun üzerine tartışma artık dışarda yapılmaz.
Biliyorsunuz iki tane 1 alt alta olsa iki eder. Ancak ülkenin ortak menfaatleri için ve bizi birbirimize bağlayan birçok birlikler için ittifakla yanyana gelirse 11 kuvvet ve kıymetinde olur. Bu durumda bizim karşımızda ister gerçek olsun, isterse takip edilen siyaset gereği olsun tehditler hiçbir değer ifade etmez.
Hepimiz aynı gemide hareket ederken, gerek iktidarın gerekse muhalefetin hedefleri gayeleri ülkesinin menfaatleri ise; o zaman birileri gemimizi delmek istiyorsa, gemi içerisinde bundan herkes zarar göreceği kaçınılmazdır. Gemide lüks yer bende niye yok diye kavga yerine, geminin batmaması ve hayatta kalma adına, ortak menfaatlerimiz gereği dahili münakaşaları, kavgaları bir tarafa bırakıp harici düşmanlara karşı ortak tavır almamız kaçınılmazdır.
Hep seyrediyoruz şahit oluyoruz ki bu harekatın senaryosunu İsrail yazıyor. oyuncusu Amerika Birleşik Devletleri ve strateji ortağı ise terörü halen himaye eden Avrupa’dır. Beraber hareket ediyorlar. Bu durumda bizim herhangi bir oluşumumuz, kurumumuz veya STK’ların vb. ihtilaf ve birbiri ile kavga etme lüksü asla yoktur. Şimdi gün ihtilaf günü değil ittifak günüdür.
“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.“ (Âl-i İmran 139)
Bediüzzaman Hazretlerinin bu paralelde söylemiş olduğu şu sözü kulaklarımızda hep yankılanılmalıdır. “Ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm'ın sadâsı olacaktır! (Tarihçe-i Hayat 130)”
Peki nasıl olacak herhalde onun bize miras bıraktığı hakikatlere muttali olmakla, hatta onları ittiba etmekle olacaktır. Çünkü onun Kuran’ın hakikatlerinden bize haykırmakta olduğu İlim, İrfan ve Hikmet’e kulak vermekle değil, gönül vermekle başaracağız.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu