KUTLU DOĞUM 29
KUR’AN MU’CİZE OLDUĞUNA DAİR TEVAFUKLAR
Elbetteki Kur’an-ı Kerîm Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Peygamber Efendimize ASV okutturulurken, Peygamber Efendimiz ASV oradaki emir nehiy ve benzer hakikatleri ümmetin nazarına vermeyi hedeflemiştir.
Daha sonraları Hazreti Ebubekir RA zamanında, Hazreti Ömer RA teşvik etmesiyle, Hazreti Osman RA hattıyla nüsha haline getirmiştir. Bu esnada işte bir takım yazım kaidelerine uyulduğu takdirde, gözle görülür harika tevafuklar ortaya çıkmıştır.
Yani Kur’an-ı Kerim yazılırken bu hedeflenmemiş, ancak yazdıktan sonra böyle bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Mu’cize olan birçok yönünden bir yönü olarak Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri tarafından Mektubat eserinin On Dokuzuncu Mektubunda nazarımıza verilmektedir:
Hem, Kur'ân'ın Medine'de nâzil olan (inen, indirilen)
mutavassıt (orta halli) ve
uzun sûrelerinin herbir sahifesinde
lâfzullah (“Allah” lâfzı, kelimesi)
pek bedî (güzel, benzersiz) bir tarzda tekrar edilmiş.
Ağleben ya beş, ya altı, ya yedi, ya sekiz, ya dokuz, ya on bir adet tekrarla beraber,
bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve
mânidar bir münasebet-i adediye (rakamsal münasebeti, uygunluğu) gösterir. HAŞİYE-1
(HAŞİYE (Açıklayıcı not) 1: Hem ehl-i zikir ve münâcâta karşı,
(sürekli olarak Allah’ı zikredip ananlar ve Allah’a yalvarıp zikredenlere karşı),
Kur'ân'ın ziynetli ve kafiyeli lâfzı
(süslü ve şiirde mısra sonunda yer alan kelimelerin ses benzerliği, ses uyuşması) ve
fesahati
(dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması),
san'atlı üslûbu ve
nazarı (bakışı) kendine çevirecek belâğatin mezâyâsı
(sözün düzgün, kusursuz, yerinde, halin ve makamın icabına göre söylenmesinin üstün özellikleri)
çok olmakla beraber,
ulvî (yüce) ciddiyeti ve
İlâhî huzuru ve
cem'iyeti
(tenasüp ve tezat gibi söz san’atları yoluyla birbirine uyan veya zıt olan sözleri bir arada bulundurma san’atı)
hatırı veriyor, ihlâl etmiyor (bozmuyor).
Halbuki, o çeşit mezâyâ-yı fesahat ve
(açık, düzgün ve akıcı ifade üstünlüğü)
san'at-ı lâfziye (ifâdenin san’atlı olması) ve
nazım ve kafiye
(diziliş, tertip ve vezin ile şiirde mısra sonunda yer alan kelimelerin ses benzerliği, ses uyuşması),
ciddiyeti ihlâl eder (bozar),
zarafeti işmam ediyor (zariflik ve inceliği hissettiriyor),
huzuru bozar,
nazarı (bakışı) dağıtır.
Hattâ münâcâtın en lâtîfi (güzeli) ve
en ciddîsi ve
en ulvî nazımlı ve
(yüksek diziliş, tertip ve vezinli)
Mısır'ın kaht u galâsının sebeb-i ref'i (kıtlık, yokluğun ortadan kaldırma sebebi) olan
İmam-ı Şâfiî'nin meşhur bir münâcâtını çok defa okuyordum.
Gördüm ki, nazımlı, kafiyeli
(şiirde mısra sonunda yer alan kelimelerin ses benzerliği)
olduğu için,
münâcâtın ulvî (yüksek) ciddiyetini ihlâl eder.
Sekiz dokuz senedir virdimdir (zikrimdir).
Hakikî (gerçek) ciddiyeti,
ondaki kafiye ve nazımla kafiyeli
(şiirde mısra sonunda yer alan kelimelerin ses uyuşması ve tertibi)
birleştiremedim.
Ondan anladım ki, Kur'ân'ın has,
fıtrî,
mümtaz (seçkin, üstün) olan kafiyelerinde
(sonunda yer alan kelimelerin ses benzerliği),
nazım ve mezâyâsında
(diziliş, tertip ve vezin ve meziyetlerinde, üstün özelliklerinde)
bir nevi i'câzı (bir tür mu’cize özelliği) var ki,
hakikî (gerçek) ciddiyeti ve tam huzuru muhafaza eder,
ihlâl etmez (bozmaz).
İşte, ehl-i münâcat ve zikir,
bu nevi i'câzı (bu tür mucize özelliği) aklen fehmetmezse (kavramasa) de
kalben hisseder.) HAŞİYE 2
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
17.08.2024