KUTLU DOĞUM 46
HAYRETLE KENDİNE BAKTIRAN
Sözler, Otuz Birinci Söz, Üçüncü Esas, İkinci Müşkül’de Peygamber Efendimiz asm ile ilgili olarak aktardığım kısımda kâinatın yaratılış çekirdeği olduğu kaynağında çok veciz bir şekilde anlatılmaktadır. Bunlardan sonra kaynağına müracaat etmemek büyük kayıp olur. Çünki belki kaynağından öğrendiğimiz zaman benim naklettiğimden daha güzel şeylere şahit olacağız. Rabbim istifade etmek nasip eylesin.
İşte, şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere (çok büyük bir ağaç) manasında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin (yaratılış ağacının) de bir şıkkı olan âlem-i süflinin (alçak, aşağı alemler, yer yüzü); anasır (unsurlar; toprak, hava, su, ateş) dalları, nebatat ve eşcar (bitkiler ve ağaçlar) yaprakları, hayvanat çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.
(Dünyaya hikmet bakışıyla bakıldığında üç şey görülür:
Bu dünya, bir cihette; san’at-ı İlâhiyenin teşhîr edildiği bir meşherdir (sergidir).
Bir cihette; askerî bir manevrâ meydanıdır.
Bir cihette de yolcular için kurulmuş bir hân, bir misafirhânedir.
Sâni’-i Zülcelal’in
(herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah’ın)
ağaçlar hakkında câri (geçerli, yürürlükte) olan bir kanunu,
elbette şu şecere-i a’zamda (büyük ağaçta) da câri olmak,
mukteza-yı ism-i Hakîm’dir
(Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren isminin gereğidir).
Öyle ise mukteza-yı hikmet (hikmetin gereği),
şu şecere-i hilkatin (yaratılış ağacının) de bir çekirdekten yapılmasıdır.
Hem öyle bir çekirdek ki;
âlem-i cismanîden (maddi alemden) başka,
sair âlemlerin (dünyaların) nümunesini (örneğini) ve esasatını (prensiplerini) câmi’ olsun (kapsasın).
Çünki binler muhtelif âlemleri tazammun eden (içine alan),
kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei (özü ve kökü), kuru bir madde olamaz.
Madem şu şecere-i kâinattan (kâinat ağacından) daha evvel,
o nev’den (türden) başka şecere (ağaç) yok.
Öyle ise ona menşe’ (kök, kaynak) ve çekirdek hükmünde olan mana ve nur,
elbette yine şecere-i kâinatta (kâinat ağacında) bir meyve libasının (elbisesinin) giydirilmesi,
yine Hakîm (herşeyi hikmetle yapan Allah) isminin muktezasıdır (gereğidir).
Çünki çekirdek daima çıplak olamaz.
Madem evvel-i fıtratta (yaratılışın başlangıcında) meyve libasını (elbisesini) giymemiş.
Elbette, âhirde o libası (elbiseyi) giyecektir.
Madem o meyve insandır.
Ve madem insan içinde sâbıkan (bundan önce) isbat edildiği üzere,
en meşhur meyve ve
en muhteşem semere ve
umumun (genelin) nazar-ı dikkatini (dikkatli bakışını) celbeden (çeken) ve
arzın nısfını (dünyanın yarısını) ve
beşerin humsunun (insanlığın beşte birinin) nazarını (bakışlarını) kendine hasreden (özgü kılan, adayan, ayıran, tahsis eden) ve
mehasin-i maneviyesi ile (manevi güzellikleriyle) âlemi (dünyayı),
ya nazar-ı muhabbet (sevgi bakışıyla) veya
hayretle kendine baktıran meyve ise:
Zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm’dır (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyetidir, Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun).
Elbette kâinatın teşekkülüne (meydana gelmesine) çekirdek olan nur,
onun zâtında cismini giyerek
en âhir (son) bir meyve suretinde (şeklinde) görünecektir. (Sözler, s. 798)
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
30.01.2025