Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
 

Kutlu Doğum 47

KUTLU DOĞUM 47  Hem sabıkan (bundan önce) ispat edildiği üzere,  şu kâinatın Sânii (herşeyi san’atlı bir şekilde yapan Allah),  birinci işkâlin (zorluğun) cevabında gösterilen makâsıd (gayeler) için,  şu kâinatı bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir (süslemiştir).  O makâsıdın (gayelerin) medarı zât-ı Ahmediye (a.s.m.) (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti) olduğu için,  kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın (bütün evreni mükemmel bir sanatla yaratan Allah’ın) nazar-ı inâyetinde (yardım ve koruma bakışında) olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak (görünmesine, bilinmesine erişen, gaybî hakikatlerin kalplerde hissedilir hâle gelmesine nail olma) lâzım geliyor.  Çünkü birşeyin neticesi, semeresi (meyvesi) evvel düşünülür.  Demek, vücuden (varlık bakımından) en âhir (en son), mânen de en evveldir (en öncedir).  Halbuki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı)  hem en mükemmel meyve,  hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti (kıymet sebebi) ve  bütün maksatların (kast edilen şeylerin) medar-ı zuhuru (görünme sebebi) olduğundan,  en evvel tecellî-i icada (yaratma, var etme tecellîsine) mazhar (ulaşan, erişen),  onun nuru olmak lâzım gelir. 1  1 bk. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:265, Sözler 789.  “Nasılki Nur-u Muhammedî (Peygamberimizin nuru) ve  hakikat-ı Ahmediye (Hz. Muhammed’in mânevî şahsiyeti) Aleyhissalâtü Vesselâm,  divan-ı nübüvvetin (peygamberlik divanının, makamının)  hem fâtihası (başlangıcı)  hem hâtimesidir (sonuncusudur).  Bütün Enbiya (nebiler, peygamberler),  onun asl-ı nurundan (nurunun aslından, temelinden) istifaza (feyizlenip) ve  hakikat-ı diniyenin (dinin esasının) neşrinde (yayılmasında) onun muînleri (yardımcıları) ve vekilleri (O’nun (a.s.m.) adına ve yerine hareket edenler, çalışanlar) hükmünde oldukları ve  nur-u Ahmedî (Muhammed’in velâyet nuru) (A.S.M.) cebhe-i Âdem’den (Hz. Âdem’in yüzünde, alnında, tecelli etme, görünmeden)  tâ Zât-ı Mübarekine (mübarek, değerli zâtına; Hz. Muhammed’e (a.s.m.))  müteselsilen (sıra ile, zincirleme bir şekilde) tezahür edip (görünüp, belirlenip)  neşr-i nur ederek (nurunu yayarak) intikal ede ede (devir ederek)  tâ zuhur-u etemle (tam ve eksiksiz bir şekilde belirmeyle) kendinde cilveger olmuştur (tecelli etmiş, görünmüştür).         Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye (Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mukaddes, kutsal mahiyeti, mânevî özü),  Risale-i Mi’rac’da (Mirac Risalesi; Otuz Birinci Söz) kat’î bir surette isbat edildiği gibi,  şu şecere-i kâinatın (kainat ağacının)  hem çekirdek-i aslîsi (özü),  hem âhir (son) ve en mükemmel meyvesi olmuş.” (Barla Lahikası/Mektubat Üçüncü Kısmı/240-259 s:441)              Ey müstemi’! (dinleyici)  Şu acib kâinat-ı azîme (şu hayret verici büyük kâinat),  bir insanın cüz’î mahiyetinden (sınırlı özelliğinden) halk olunmasını istib’ad etme (yaratılmasını akıldan uzak görme)!  Bir nevi (çeşit) âlem (dünya) gibi olan muazzam (büyük) çam ağacını,  buğday tanesi kadar bir çekirdekten halkeden (yaratan) Kadîr-i Zülcelal (kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah),  şu kâinatı “Nur-u Muhammedî”den (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in nurundan) (Aleyhissalâtü Vesselâm) nasıl halketmesin veya edemesin (yaratmasın veya yaradamasın)?  İşte şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, (kainat ağacı Cennetteki tûba ağacı gibi)  gövdesi ve kökü yukarıda,  dalları aşağıda olduğu için;  aşağıdaki meyve makamından,  tâ çekirdek-i aslî (öz, asıl çekirdek) makamına kadar,  nurani bir hayt-ı münasebet (ilişki bağı) var.  İşte Mi’rac (Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve  bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk),  o hayt-ı münasebetin gılafı ve suretidir (o ilişki bağının kılıfı ve şeklidir) ki:  Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o yolu açmış;  velayetiyle gitmiş,  risaletiyle dönmüş ve  kapıyı da açık bırakmış.  Arkasındaki evliya-i ümmeti (İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanları),  ruh ve kalb ile  o cadde-i nuranide,  Mi’rac-ı Nebevî’nin gölgesinde  seyr ü sülûk edip istidadlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar  (peygamberimizin miracının gölgesinde manevi ve ruhi yolculuk yapıp kabiliyetlerine göre yüce makamlara çıkıyorlar). Sözler (789)  Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu 09.02.2025
Ekleme Tarihi: 09 Şubat 2025 - Pazar

Kutlu Doğum 47

KUTLU DOĞUM 47 

Hem sabıkan (bundan önce) ispat edildiği üzere, 
şu kâinatın Sânii (herşeyi san’atlı bir şekilde yapan Allah), 
birinci işkâlin (zorluğun) cevabında gösterilen makâsıd (gayeler) için, 
şu kâinatı bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir (süslemiştir). 
O makâsıdın (gayelerin) medarı zât-ı Ahmediye (a.s.m.) (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti) olduğu için, 
kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın (bütün evreni mükemmel bir sanatla yaratan Allah’ın) nazar-ı inâyetinde (yardım ve koruma bakışında) olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak (görünmesine, bilinmesine erişen, gaybî hakikatlerin kalplerde hissedilir hâle gelmesine nail olma) lâzım geliyor. 
Çünkü birşeyin neticesi, semeresi (meyvesi) evvel düşünülür. 
Demek, vücuden (varlık bakımından) en âhir (en son), mânen de en evveldir (en öncedir). 
Halbuki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı) 
hem en mükemmel meyve, 
hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti (kıymet sebebi) ve 
bütün maksatların (kast edilen şeylerin) medar-ı zuhuru (görünme sebebi) olduğundan, 
en evvel tecellî-i icada (yaratma, var etme tecellîsine) mazhar (ulaşan, erişen), 
onun nuru olmak lâzım gelir. 1 
1 bk. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:265, Sözler 789. 

“Nasılki Nur-u Muhammedî (Peygamberimizin nuru) ve 
hakikat-ı Ahmediye (Hz. Muhammed’in mânevî şahsiyeti) Aleyhissalâtü Vesselâm, 
divan-ı nübüvvetin (peygamberlik divanının, makamının) 
hem fâtihası (başlangıcı) 
hem hâtimesidir (sonuncusudur). 
Bütün Enbiya (nebiler, peygamberler), 
onun asl-ı nurundan (nurunun aslından, temelinden) istifaza (feyizlenip) ve 
hakikat-ı diniyenin (dinin esasının) neşrinde (yayılmasında) onun muînleri (yardımcıları) ve vekilleri (O’nun (a.s.m.) adına ve yerine hareket edenler, çalışanlar) hükmünde oldukları ve 
nur-u Ahmedî (Muhammed’in velâyet nuru) (A.S.M.) cebhe-i Âdem’den (Hz. Âdem’in yüzünde, alnında, tecelli etme, görünmeden) 
tâ Zât-ı Mübarekine (mübarek, değerli zâtına; Hz. Muhammed’e (a.s.m.)) 
müteselsilen (sıra ile, zincirleme bir şekilde) tezahür edip (görünüp, belirlenip) 
neşr-i nur ederek (nurunu yayarak) intikal ede ede (devir ederek) 
tâ zuhur-u etemle (tam ve eksiksiz bir şekilde belirmeyle) kendinde cilveger olmuştur (tecelli etmiş, görünmüştür).

        Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye (Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mukaddes, kutsal mahiyeti, mânevî özü), 
Risale-i Mi’rac’da (Mirac Risalesi; Otuz Birinci Söz) kat’î bir surette isbat edildiği gibi, 
şu şecere-i kâinatın (kainat ağacının) 
hem çekirdek-i aslîsi (özü), 
hem âhir (son) ve en mükemmel meyvesi olmuş.” (Barla Lahikası/Mektubat Üçüncü Kısmı/240-259 s:441)
    
        Ey müstemi’! (dinleyici) 
Şu acib kâinat-ı azîme (şu hayret verici büyük kâinat), 
bir insanın cüz’î mahiyetinden (sınırlı özelliğinden) halk olunmasını istib’ad etme (yaratılmasını akıldan uzak görme)! 
Bir nevi (çeşit) âlem (dünya) gibi olan muazzam (büyük) çam ağacını, 
buğday tanesi kadar bir çekirdekten halkeden (yaratan) Kadîr-i Zülcelal (kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah), 
şu kâinatı “Nur-u Muhammedî”den (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in nurundan) (Aleyhissalâtü Vesselâm) nasıl halketmesin veya edemesin (yaratmasın veya yaradamasın)? 
İşte şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, (kainat ağacı Cennetteki tûba ağacı gibi) 
gövdesi ve kökü yukarıda, 
dalları aşağıda olduğu için; 
aşağıdaki meyve makamından, 
tâ çekirdek-i aslî (öz, asıl çekirdek) makamına kadar, 
nurani bir hayt-ı münasebet (ilişki bağı) var. 
İşte Mi’rac (Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve 
bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk), 
o hayt-ı münasebetin gılafı ve suretidir (o ilişki bağının kılıfı ve şeklidir) ki: 
Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o yolu açmış; 
velayetiyle gitmiş, 
risaletiyle dönmüş ve 
kapıyı da açık bırakmış. 
Arkasındaki evliya-i ümmeti (İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanları), 
ruh ve kalb ile 
o cadde-i nuranide, 
Mi’rac-ı Nebevî’nin gölgesinde 
seyr ü sülûk edip istidadlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar 
(peygamberimizin miracının gölgesinde manevi ve ruhi yolculuk yapıp kabiliyetlerine göre yüce makamlara çıkıyorlar). Sözler (789) 

Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
09.02.2025

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.