Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
 

Müslümanın Kazancında Harama Yer Olamaz

Ramazan ayı İslam’ın beş şartını yerine getirmede Müslümanı uyanık tutan bir aydır.  İslâm’ın beş temel şartı, bunları her Müslüman bilmektedir. Ne var ki bunları yerine getirmek sorumluluğunu müdrik midir? Sorgulanması gerekir. İsterseniz bunlara bir bakalım. Savm, Salât, Hac, Zekât ve Kelime-i Şahâdet getirmektir. İslamın şartlarını yerine getirmek için bir müslümanın akıl baliğ olması gerekir. Yani aklî melekeleri yerinde, ergenlik çağına gelmiş, normal düşünme durumunda olması lazımdır. Biz buna kârını, zararını ayırd edebilen birisi deriz. Bizim ibadet etmemiz, bize verilen nimetlerin karşılığında şükürde bulunmamız, bizim asli görevimizdir. Yokluk aleminden varlık alemine gönderildik. Varlıklar içerisinde insan olarak yaratıldık. Allah bize İslamiyeti seçecek aklı verdi ve nasip de etti. Varlıkların hepsi ibadet içerisinde olduğu ve hatta bizim zahiren bakışımızda taş olarak gördüğümüz ve mikroskopik kesitini aldığımızda o taşın içerisindeki intizamı, güzelliği, atomlar arasındaki hareketi gördüğüm zaman, onunda kendine göre bir ibadet içerisinde olduğunu anlarız. Bitkiler alemi sürekli ayakta yani kıyamda yaratan Rabb’imize ibadet ederken, hayvanlar alemi sürekli rükuda yaratanımıza ibadet ederken, cemadat alemi yani taş ve topraklar sürekli secdede bizi var edene ibadeti ederken; bütün yaratıkların ibadetlerinin hepsini kendinde gösterme yeteneğinde yaratılan insan, nasıl ibadet etmez. Dolayısı ile yaptığımız ibadeti ebedi hayatı kazanmak ve cenneti talep etmek için yapmaya hakkımız yoktur. Belki ibadetimizi şu anda içerisinde bulunmuş olduğumuz bize verilen nimetlere şükür borcunu eda etmek için yapmakla mükellefiz. “İcad (yoktan var etme), inşa (bir araya getirip yaratma)  veya başka bir kelimeye tercihan yaratılışın güzel şeklini ifade eden “halk” tabiri, insanlardaki istidadın (yeteneklerin) sedad (doğruluk) ve istikametçe ibadete elverişli olduğuna işarettir. Ve keza ibadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir. Bu itibarla sevab, ibadetin ücreti olmayıp, ancak Cenab-ı Hakk'ın kereminden olduğuna işarettir.”(İşârât-ül İ'caz) Şu anda oruç ayinin son günlerine girmiş bulunuyoruz. Oruç tutmaya sağlığı müsait olmayanlar, gereğini nasıl yerine getireceklerini hem din âlimleri, hem de ilmihallerimiz bildirmektedir. Oruç tutmayacak birisinin hükmünü hazik (dindar) tıp doktorunun karara bağlaması gerekir. İnşallah bizler bu farzı yerine getiriyoruz ve bundan hasıl olan manevi mükafatı sadece Rabbimiz bilmektedir. Zaten biz de oruç tutmayı onun emri olduğu için yapıyoruz.  Oruç ibadeti ile müslüman uruç etmek, yâni manen yükselmek ve yaratıcıya yâni Allah’a CC muhatab olma durumuna erişmektedir. Zenginliğine sınır olmayan Ganiyy-i Mutlak ne ikramda bulunur, kendisi bilir. Yeter ki biz istemesini bilelim.  Maddi faydaları ise saymakla bitmiyor. Bundan önceki yazılarda buna kısmen değinildi. İbadetlerimizin bize sağladığı maddi ve manevi bir sürü faydaları vardır. O ayrı bir konu, ama tekrar etmekte fayda var. Biz Allah emrettiği için farzları yapıyoruz ve Allah yasak ettiği için de günahlardan ve kebirelerden kaçıyoruz. Namaza gelince yerine getirdiğimiz farzların en önemlisidir. Namazda bütün farz ibadetleri özetlenmiştir. Namazda namaz kılmak, yiyip içmemekle oruç tutmak, kabeye yönelmek, zamanımızın ve bedenimizin zekatı ve kelime-i şehadet vardır.  “Namaz dinin direğidir.” Bir evin çatısı dört köşede ve bir de ortada beş direk üzerinde çok sağlam durur. En az ise üç direk üzerinde durur, ama en küçük bir sarsıntıda yıkılır. Bir Müslüman, zekâtı zengin ise verir ve hacca hali, vakti, maddi imkanı yerinde ise gider. Bu şartlarda çatının iki direği herkeste bulunmayabilir. Kelime-i şahadeti zaten her aklımıza geldikçe söylüyoruz. Orucu da senede bir ay inşallah tutarak yerine getiriyoruz. Geriye kalıyor namaz...  Eğer namazı biz kılmazsak, çatımızın iki direk üzerinde durması mümkün değildir, yıkılır. Onun için insanın çatısını ayakta tutan namazdır. İhmal etmemiz bir müslüman olarak mümkün değildir. Şartları neyi gerektiriyorsa o şekilde yerine getirilmesi gerekmektedir. İster hür olsun ister köle, İster sağlıklı olsun ister hasta, ister meskun yerde olsun ister seferde, ister barışta olsun isterse savaşta, namaz mutlaka yerine getirmesi gereken bir ibadet olduğunu Hz. Peygamberimiz’den ASV öğreniyoruz.  Peygamber Efendimiz ASV hatta düşman karşısında, at üstünde cemaatle farz namazını nasıl yerine getirdiği nakledilmiştir. Oturarak, yatarak, ima ile su veya teyemmümle abdest alarak ifa edilmektedir. Onun için müslümanlar eda edemediği veya kılamadığı namazını kaza ederek yerine getirecektir. Namazı kılmamakta herhangi bir mazeret kabul görmez. Zekat Müslümanın kazancında olan fakirin hissesidir. Dolayısıyla bir insan kendi kazancı içerisinde başkasının hakkı varsa, onu hak sahibine vermeden rahat edebilir mi?  Bunun için zekat verecek durumda olan Müslümanlar, zekatı hak eden kişileri arayıp bulmaları ve hakkını vermeleri görevidir.  Hatta bu müesseseleşebilir ve devlet eliyle de bu görev yürütülebilir, yürütülmüştür.  Zekat vermek, zekat verenin malını azaltmaz, aksine çoğalmasını ve daha çok zekat vermesini, insanlar arasında yardımlaşmanın çoğalmasını, sınıflar arasında muhabbet doğmasına, zengin fakir arasındaki hasetin ve çekememezliğin kalkmasına hizmet etmektedir.  İçtimai hayatın adeta sigortasıdır. Diğer bir yardımlaşma kuralımız da sadakadır. Sadaka-ı fıtır özellikle bu ay sevabı çok olan bir yardımlaşma fırsatımızdır.  Bununla ilgili Risale-i Nur-Sözler mecmuasından bir alıntı yapacağım.  “Ancak sadakanın kabul şartları: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, Ali'den alıp Veli'ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. "Size rızık olandan veriniz".  Minnet etmemektir.  Yani "Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur." Öyle adama veresin ki, nafakasına sarfetsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbul olmaz.  Allah namına vermektir ki, Yani "Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.” Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dahi olur. Kavl (söz) ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.” Bundan daha güzel bir toplumsal yardımlaşma ve kardeşlik bağlarını sağlamlaştıran bir sistem yoktur.  Allah bu fırsatları değerlendiren mümin kullarından eylesin. 30.05.2019 Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
Ekleme Tarihi: 30 Mayıs 2019 - Perşembe

Müslümanın Kazancında Harama Yer Olamaz

Ramazan ayı İslam’ın beş şartını yerine getirmede Müslümanı uyanık tutan bir aydır. 
İslâm’ın beş temel şartı, bunları her Müslüman bilmektedir. Ne var ki bunları yerine getirmek sorumluluğunu müdrik midir? Sorgulanması gerekir. İsterseniz bunlara bir bakalım.
Savm, Salât, Hac, Zekât ve Kelime-i Şahâdet getirmektir.
İslamın şartlarını yerine getirmek için bir müslümanın akıl baliğ olması gerekir. Yani aklî melekeleri yerinde, ergenlik çağına gelmiş, normal düşünme durumunda olması lazımdır. Biz buna kârını, zararını ayırd edebilen birisi deriz.
Bizim ibadet etmemiz, bize verilen nimetlerin karşılığında şükürde bulunmamız, bizim asli görevimizdir. Yokluk aleminden varlık alemine gönderildik. Varlıklar içerisinde insan olarak yaratıldık. Allah bize İslamiyeti seçecek aklı verdi ve nasip de etti.
Varlıkların hepsi ibadet içerisinde olduğu ve hatta bizim zahiren bakışımızda taş olarak gördüğümüz ve mikroskopik kesitini aldığımızda o taşın içerisindeki intizamı, güzelliği, atomlar arasındaki hareketi gördüğüm zaman, onunda kendine göre bir ibadet içerisinde olduğunu anlarız.
Bitkiler alemi sürekli ayakta yani kıyamda yaratan Rabb’imize ibadet ederken, hayvanlar alemi sürekli rükuda yaratanımıza ibadet ederken, cemadat alemi yani taş ve topraklar sürekli secdede bizi var edene ibadeti ederken; bütün yaratıkların ibadetlerinin hepsini kendinde gösterme yeteneğinde yaratılan insan, nasıl ibadet etmez.
Dolayısı ile yaptığımız ibadeti ebedi hayatı kazanmak ve cenneti talep etmek için yapmaya hakkımız yoktur. Belki ibadetimizi şu anda içerisinde bulunmuş olduğumuz bize verilen nimetlere şükür borcunu eda etmek için yapmakla mükellefiz.

“İcad (yoktan var etme), inşa (bir araya getirip yaratma)  veya başka bir kelimeye tercihan yaratılışın güzel şeklini ifade eden “halk” tabiri, insanlardaki istidadın (yeteneklerin) sedad (doğruluk) ve istikametçe ibadete elverişli olduğuna işarettir. Ve keza ibadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir. Bu itibarla sevab, ibadetin ücreti olmayıp, ancak Cenab-ı Hakk'ın kereminden olduğuna işarettir.”(İşârât-ül İ'caz)

Şu anda oruç ayinin son günlerine girmiş bulunuyoruz. Oruç tutmaya sağlığı müsait olmayanlar, gereğini nasıl yerine getireceklerini hem din âlimleri, hem de ilmihallerimiz bildirmektedir.
Oruç tutmayacak birisinin hükmünü hazik (dindar) tıp doktorunun karara bağlaması gerekir.
İnşallah bizler bu farzı yerine getiriyoruz ve bundan hasıl olan manevi mükafatı sadece Rabbimiz bilmektedir. Zaten biz de oruç tutmayı onun emri olduğu için yapıyoruz. 
Oruç ibadeti ile müslüman uruç etmek, yâni manen yükselmek ve yaratıcıya yâni Allah’a CC muhatab olma durumuna erişmektedir.
Zenginliğine sınır olmayan Ganiyy-i Mutlak ne ikramda bulunur, kendisi bilir. Yeter ki biz istemesini bilelim. 
Maddi faydaları ise saymakla bitmiyor. Bundan önceki yazılarda buna kısmen değinildi.

İbadetlerimizin bize sağladığı maddi ve manevi bir sürü faydaları vardır. O ayrı bir konu, ama tekrar etmekte fayda var. Biz Allah emrettiği için farzları yapıyoruz ve Allah yasak ettiği için de günahlardan ve kebirelerden kaçıyoruz.

Namaza gelince yerine getirdiğimiz farzların en önemlisidir. Namazda bütün farz ibadetleri özetlenmiştir. Namazda namaz kılmak, yiyip içmemekle oruç tutmak, kabeye yönelmek, zamanımızın ve bedenimizin zekatı ve kelime-i şehadet vardır. 

“Namaz dinin direğidir.”
Bir evin çatısı dört köşede ve bir de ortada beş direk üzerinde çok sağlam durur. En az ise üç direk üzerinde durur, ama en küçük bir sarsıntıda yıkılır. Bir Müslüman, zekâtı zengin ise verir ve hacca hali, vakti, maddi imkanı yerinde ise gider. Bu şartlarda çatının iki direği herkeste bulunmayabilir. Kelime-i şahadeti zaten her aklımıza geldikçe söylüyoruz. Orucu da senede bir ay inşallah tutarak yerine getiriyoruz. Geriye kalıyor namaz... 
Eğer namazı biz kılmazsak, çatımızın iki direk üzerinde durması mümkün değildir, yıkılır. Onun için insanın çatısını ayakta tutan namazdır.
İhmal etmemiz bir müslüman olarak mümkün değildir. Şartları neyi gerektiriyorsa o şekilde yerine getirilmesi gerekmektedir. İster hür olsun ister köle, İster sağlıklı olsun ister hasta, ister meskun yerde olsun ister seferde, ister barışta olsun isterse savaşta, namaz mutlaka yerine getirmesi gereken bir ibadet olduğunu Hz. Peygamberimiz’den ASV öğreniyoruz. 
Peygamber Efendimiz ASV hatta düşman karşısında, at üstünde cemaatle farz namazını nasıl yerine getirdiği nakledilmiştir. Oturarak, yatarak, ima ile su veya teyemmümle abdest alarak ifa edilmektedir.
Onun için müslümanlar eda edemediği veya kılamadığı namazını kaza ederek yerine getirecektir. Namazı kılmamakta herhangi bir mazeret kabul görmez.

Zekat Müslümanın kazancında olan fakirin hissesidir. Dolayısıyla bir insan kendi kazancı içerisinde başkasının hakkı varsa, onu hak sahibine vermeden rahat edebilir mi? 
Bunun için zekat verecek durumda olan Müslümanlar, zekatı hak eden kişileri arayıp bulmaları ve hakkını vermeleri görevidir. 
Hatta bu müesseseleşebilir ve devlet eliyle de bu görev yürütülebilir, yürütülmüştür. 

Zekat vermek, zekat verenin malını azaltmaz, aksine çoğalmasını ve daha çok zekat vermesini, insanlar arasında yardımlaşmanın çoğalmasını, sınıflar arasında muhabbet doğmasına, zengin fakir arasındaki hasetin ve çekememezliğin kalkmasına hizmet etmektedir. 
İçtimai hayatın adeta sigortasıdır.

Diğer bir yardımlaşma kuralımız da sadakadır. Sadaka-ı fıtır özellikle bu ay sevabı çok olan bir yardımlaşma fırsatımızdır. 
Bununla ilgili Risale-i Nur-Sözler mecmuasından bir alıntı yapacağım. 
“Ancak sadakanın kabul şartları:
Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, Ali'den alıp Veli'ye vermek değil, belki kendi malından vermektir.
"Size rızık olandan veriniz". 
Minnet etmemektir. 
Yani "Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur."
Öyle adama veresin ki, nafakasına sarfetsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbul olmaz. 
Allah namına vermektir ki,
Yani "Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”
Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dahi olur. Kavl (söz) ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.”
Bundan daha güzel bir toplumsal yardımlaşma ve kardeşlik bağlarını sağlamlaştıran bir sistem yoktur. 
Allah bu fırsatları değerlendiren mümin kullarından eylesin.
30.05.2019
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

18
Kasım
06
Kasım
26
Ekim
15
Ekim
30
Eylül
22
Eylül
14
Eylül
04
Eylül
26
Ağustos
17
Ağustos
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.