İzmir’in Kurtuluşunun 11. Yıldönümü münasebetiyle hazırlanan afişte: “Barışın İkinci Yüzyılı” ifadesi kullanılmıştır. (Gazeteler)
Geçen haftaki yazıma; “Barış, hiçbir zafere analık etmemiştir. Zafer, savaşın onurlu çocuğudur” diye başlamıştım. Sonra savaşı kutsal yapan değerlerden söz ettim.
Konuyu fazla dağıtmayayım, 19.yy’ın ilk üççeyreğinde Türkiye’de yaşayan her ailenin evinde en az bir şehit ve gaziye ait duygular vardı.
Bu tarihe kadar bütün bakışlar, acı, özlem, hüzün doluydu. Bu insanların hepsi toprak bakışlıydı. Çünkü bu toprakların bağrında anne, baba, kardeş, oğul başta olmak üzere sevdikleri vardı. O insanlar toprağa bile nazikçe basarlardı. Şehitlerimiz incinmesin diye…
Ruhları şad olsun bu insanlar, dünyada barış var diye şehit olmadılar. Onların şahadetine neden olan, barışın varlığı değil, tam tersine şiddetli bir vahşetin sonucuydu.
İzmir’de yayınlanan Anadolu Gazetesi 1936 Tarihli Baş Makalesinde, 9 Eylül’de İzmir’in düşman elinden alınmasıyla üç sene süren milli savaşın askerlik yönünden sonuncusu olduğunu belirttikten sonra şu tespiti yapmıştır. “9 Eylül’de kuvvetin çiğnediği hak, zorla zincirlere vurulan yurttaş, elimizden alınmak istenen ülke kurtarılmıştır.”
“30 Ağustos, Dumlupınar tepelerinden;
-‘Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ diye haykıran Başkomutan Atatürk’ün buyruğu, 9 Eylül’de yerine getirilmiştir.”
Şimdi bu şehirde, BŞB Başkanı olan Sayın Tunç Soyer, İzmir’in kurtuluşunun 100. Yıldönümünü, “Barışın İkinci Yüzyılı” olarak tanımlamaktadır.
Hangi barışın?
Ben söyleyeyim hangi barış olduğunu? Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda kurtlar sofrasına oturanlar, Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmeye giriştiler. Ülke silahsızlandırıldı, işgal başladı. Düveli muazzama ile savaşılmayacağını zannedenler, bir anda “Savaşa Hayır” deyip, barış kuşu kesildiler. (Adnan Adıvar ve Halide Edip bu gruptandı. Daha sonra Milli Mücadeleye bütün benlikleri ile katıldılar.) Onların barış talebinin pratikteki karşılığı “Manda Yönetimi” talebi idi. Bu nedenle “İngiliz Muhipleri Derneği”, “Wilson Prensipleri Cemiyeti” gibi partiler kurdular. Evet, bu ülkede mandacılık için parti kuruldu.
O yıllar, barışa razı olunmadığı için, evin bir şehidi oldu.
Bu güne gelelim;
Sayın Soyer, mutlaka bildiğinizi düşünüyorum. Lütfen bu günün Türkiye haritasına bakın, bizim sayılan adalarımız üzerindeki ABD kaynaklı bu üsler, “defne dalı” atmak için mi kurulmuşlardır? Ege denizi ve Trakya’da mevcut üslerden, akşam saatlerinde barışın neşeli şarkıları yükselmiyor. Türkiye, İran ve Azarbeycan dışında kuşatma altındadır.
NATO’nun hakkımızı yiyerek gasp ettiği füzeler, bu gün Dedeağaç’ta kalbimizi hedef alarak konuşlanmıştır.
Şu an, sizin Büyük Şehir belediye başkanlığı yaptığınız İzmir, dil, din, ırk, mezhep, etnik köken ayrımı gözetmeksiniz, canını veren insanların eseridir.
Yazımı geçen haftaki bir cümlem ile bitiriyorum: Tilkilerle tavukların birlikte yaşamak zorunda olduğu kümeste “Barıştan” söz etmek, zalimin yanında yer almaktır. Savaşı gerektiren koşullarda barış istemek, özgürlükten vazgeçmektir. Nitekim, 100 yıl önce sorunlar barış içinde çözülseydi, bu gün Sayın Soyer İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olmayacaktı.
Bu görüş doğrultusunda sorma hakkını kendimde buluyorum:
“Hangi Barış, Sayın Soyer?