Batı’nın Ortadoğu’ya müdahale süreci, tarihsel olarak sömürgecilik döneminde şekillenmeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla birlikte, İngiltere ve Fransa gibi Batı güçleri bölgenin zengin doğal kaynaklarına erişebilmek için Ortadoğu’da kendi etkilerini artırmaya çalıştılar. Bu dönemde, Batı’nın temel amacı bölgenin stratejik konumundan ve yer altı zenginliklerinden yararlanmaktı. Özellikle petrol rezervleri, bölgeyi Batı için vazgeçilmez kıldı.
Sömürgecilik, I. Dünya Savaşı sonrasında daha organize bir hal aldı. Sykes-Picot Anlaşması gibi gizli anlaşmalarla Ortadoğu haritası yeniden çizildi ve bölge Batı’nın kontrolünde parçalanmış devletler haline getirildi. Bu süreçte, yerel halkların talepleri göz ardı edilerek Batı’nın çıkarlarına hizmet edecek otoriter rejimler desteklendi. İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’da manda yönetimleri kurarak bölgeyi dolaylı yoldan kontrol etti.
II. Dünya Savaşı sonrasında, Batı’nın Ortadoğu’ya yönelik politikaları biraz değişse de, temel dinamikler aynı kaldı. ABD, bölgeye yeni bir aktör olarak girdi ve Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu üzerindeki etkisini kırmak için bölgedeki stratejik noktalarda varlık gösterdi. Bu dönemde, Batı’nın müdahaleleri sadece ekonomik çıkarlarla sınırlı kalmadı; ideolojik mücadele de işin içine girdi. Batı, özellikle İran ve Mısır gibi ülkelerdeki milliyetçi liderlerin Sovyetler ile yakınlaşmasını önlemek için çeşitli darbe ve müdahalelerde bulundu. 1953’te İran’da Muhammed Musaddık’ın devrilmesi, bu müdahalelerin en somut örneklerinden biridir.
Zamanla, Batı’nın Ortadoğu’ya olan ilgisi sadece sömürgecilik döneminden miras kalan ekonomik çıkarlarla sınırlı kalmadı. Bölgedeki petrol ve doğal gaz kaynaklarına erişim stratejik önemini korurken, İsrail’in kurulmasıyla birlikte Batı’nın politikaları daha karmaşık bir hale geldi. İsrail’in güvenliği, Batı’nın Ortadoğu politikasında merkezi bir yer edindi. İsrail’in Arap ülkeleriyle yaşadığı çatışmalar ve Batı’nın İsrail’e verdiği destek, bölgedeki gerilimleri daha da derinleştirdi. Batı’nın İsrail’e olan desteği, Ortadoğu’da Batı karşıtı hareketlerin oluşmasında önemli bir rol oynadı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve 2000’li yıllarda yaşanan 11 Eylül saldırıları, Batı’nın Ortadoğu’ya yönelik müdahale biçimini yeniden şekillendirdi. Bu kez, Batı “terörle mücadele” bahanesiyle bölgeye daha agresif müdahalelerde bulunmaya başladı. Özellikle Irak ve Afganistan’a yapılan askeri müdahaleler, bölgedeki istikrarsızlığı daha da derinleştirdi. Bu müdahaleler, Batı’nın güvenlik politikalarının ekonomik ve stratejik çıkarlarla iç içe geçtiği bir dönemin başlangıcı oldu.
Sonuç olarak, Batı’nın Ortadoğu’ya yönelik politikaları, tarihsel olarak sömürgecilikten modern müdahaleye kadar uzanan bir süreç içerisinde şekillenmiştir. Her ne kadar zamanla söylemler ve yöntemler değişse de, Batı’nın temel motivasyonu bölgedeki stratejik ve ekonomik çıkarlarını korumak olmuştur. Bugün de Ortadoğu’daki pek çok kriz, Batı’nın bu çıkar çatışmalarının bir ürünü olarak devam etmektedir.
Bu çıkar mücadelesinin arkasındaki asıl motivasyon, bölgenin hem ekonomik hem de stratejik açıdan taşıdığı önemin Batı için vazgeçilmez olmasıdır. Ortadoğu’nun petrol ve doğal gaz zenginlikleri, Batı’nın enerji güvenliği için kilit bir rol oynamaya devam ediyor. Ayrıca, bölgenin jeopolitik konumu, Batı’nın askeri ve siyasi nüfuzunu koruması için kritik önemde. Dolayısıyla, Batı’nın Ortadoğu üzerindeki çıkar çatışmaları, bölge halklarının kendi kaderini tayin etme arzusunu sürekli olarak bastıran bir güç olarak varlığını sürdürmektedir.