Dalkavukluk,yalakalık,iki yüzlülük,samimiyetsizlik,şaklabanlık,yanar dönerlik, şakşakcılık,omurgasızlik deyimlerini duymuşsunuzdur.Yani yüzünü hep güneşe dönenler..Tatlı su balıkları...Yağmurun yağdığı yere tarlasını taşıyanlar...
Dalkavukluk /yalakalık deyip geçmeyin.Onlar iyi birer pazarlamacıdırlar.Rollerini kusursuz oynayan sanatçı...Öyle ki ürünlerini, dört mevsim ve her müşteriye uygun, janjanli paketler içinde tılsımlı bir sunum ile pazarlamayı başaran zeki insanlardır onlar..
Bu yetenekli sanatçılar her koşul da her zemin de mutlaka kazanan taraftadır.Onların sırtı asla yere gelmez.Bir tiryakiliktir,bir tutkudur,büyüsüne tutulan asla vazgeçemez.Yoksa histeri krizleri geçirir gereğini yapamazsa.Bu bazıları için artık bir yaşam biçimidir.Dalkavuk olduklarının farkında dahi olmazlar bi zaman sonra..
Amaç hızla yükselmektir.
Ama geçmişten beri insanların, hele yükselenlerin durumu genelde böyle olmuştur. M.S. 2. yüzyılda Epictetus bunu hayatin gerçeği olarak anlatıyor.19. yüzyılda Osmanlı bürokrasisinin başı Âlî Paşa şikayet ediyorlar ki bürokraside ancak yalakalar yükseliyor. Cemil meriç'in umrandan uygarlıga kitabında Ali paşanın siyasi vasiyetnamesi bölümündeki serbest aktarımında şöyle deniyor: "Yükselebilen ancak dalkavuklar." Memuriyetten bahsederken bunu söylüyor.(Yine Fuat Andıc ve Supphan Andıc'ın sadrazam Ali paşası vardır. Orada da bu metnin Türkçe tercume ve fransizca aslı mevcuttur.)
Dalkavukluğun tarihte meslek olarak icra edildiği de bir gerçektir.Osmanlı’da yıkılma dönemlerinde özellikle Tanzimat sonrasında meslek olarak icra edilmiş ve ustalarının olduğu bilinmektedir.Kendilerine, para karşılığı tokat attıran, merdivenden yuvarlatan, bostan kuyusuna sarkıtılan... Bunlar ücretli eğlendirici ustalardı. Onuru vardı hem soytarının hem de soytarılık mesleğinin.
Epictetus ise zaten eski roma da bunu hayatın doğal parçası sayıyor.
Epictetus diyor ki; Zengin ve güçlü kimseler normalde makamı yalakalık karşılığında satarlar.Sen hem bu yalakalığı fiyat olarak ödemezsen hem de o fiyatı ödeyen yalakaların makamını istersen, o zaman sen yalakadan düşük ahlaklı olursun,çünkü öyle biri olursun ki ücreti ödemeden malı ister. Öğrencisi diyor ki; Ahlaksız adam benim üstümde makam sahibi oldu, benim elime ne geçti, bu haksızlık değil mi? Epictetus diyor ki ;Hayır haksızlık değil, çünkü sen de o yalakalığı etmeyerek onurunu, Zeus katındaki değerini satın aldın.Onun satın aldığı makam mı değerli, senin satın aldığın onurun mu? Stoacıların ahlakı, ki Sokratesçidirler, islam ahlakının aynısı gibi.Epictetus şunu da ekliyor ; Makam peşinde koşmak kadar köşene çekilip kafanı dinlemeyi istemek de nefisperestliktir, ahlaka aykırıdır, sosyal ve medeni vazifeni yerine getirmek gerekir...
Yani Epictetus diyor ki;Senin yalakalık etmeyip düzgün ahlakli davraninca elde ettigin onur ve mutluluk onların normalde mutluluk değil sıkıntı ve endişe getiren makamlarından (veya mallarından veya güzel eşlerinden vs.) üstündür.
Eşref-i Ruminin son torunu,Numaniye Dergahının son postnişi Safiyüddin Erhan Bey her zaman ki kısa sohbetlerinin birinde sordu.
Dünyadaki en yaygın mezhep hangisidir?"
Cevap verenler oldu. Katoliklik, hanifilik, ehl-i sünnet, budizm, hinduizm vs dediler. O hep Cık CIk değil dedi.
Siz buyrun efendim denilince, Yeryüzündeki en yaygın mezhep "menfaat "mezhebidir. Bazen kendisini Müslüman, bazen ehl-i sünnet bazen şia, bazen budist, bazen katolik, bazen yahudi, bazen ateist olarak tanıtır. Çünkü meenfaati/istikbâli ondadır da ondan. İman ettiğinden değil menfaatine geldiğinden oradadır. O yüzden Aziz Kudret "Şeytanın seni Allah'In ismi ile kandırmasına aldanma diye buyurur. Gelen sahtekar Şeytanın kıyafeti ile gelmez Hakkın örtüsünü örterde öyle gelir, deyip sustular.
Dalkavukluğun ırkı, dini, mezhebi,deolojisi ya da fırkası yoktur.
Tarihi bir şahsiyet midir bilemem ama Patlıcanı çok seven bir kral ile soytarısından bahsedilir. Kral Patlıcandan her bahsettiğinde, Soytarısı elleri patlayıncaya kadar alkışlayarak Kralı tasdik edermiş. Kral; ‘Patlıcan dolma gerçekten mükemmel bir yemek’ diye konuşsa, Soytarı hemen atılır ‘evet patlıcan dolmadan daha güzel yemek tanımam’ dermiş. Kral patlıcan musakkadan bahsetse ‘ah efendimiz var mı patlıcan musakka gibi bir yemek’’ diye kralı tasdik edermiş. Kral ‘ üç öğün patlıcan kızartma olsa yerim’ dediğinde, ‘bir ömür patlıcan kızartma yiyebilirim’’ dermiş.
Zaman geçtikçe Kral patlıcandan usanmış hatta nefret etmiş.‘Bu patlıcan yemeğini nasıl yerler bilmem. Böyle tiksindirici bir yemek daha olamaz’ demiş.
Soytarı ‘Haklısınız Kralım millette ne mide var. Aslında tüm patlıcan yemeklerini yasaklamak lazım’ demiş. Soytarının daha önceki söylediklerini bilen bir kişi ‘Yahu! Daha düne kadar sen değimliydin patlıcan yemeğini öve öve göklere çıkaran?’ diye sorduğunda Soytarı atılmış.‘Ben Kralın Soytarısıyım patlıcanın değil.’
Kıssadan hisse;Nefsini,istikbalini,makam ve mevkisini kralın şahsı mânevisin de görenler için esas olan ilkelerin,paradigmaların,olguların,patlıcanların olmadığı tarih boyunca güncelliğini koruduğu kanaatindeyiz.
Yani anlayacağımız bu şududat aleminde şu mavi gökyüzünün altında yeni bir şey pek yok.
Fikirlerini beyan etmekten korkan, her ortamda farklı şeyler söyleyerek konjöktüre biat eden,makam ve mevki koruma kaygısı ile hakikati gizlemeye çalışan insanlardan şahsiyetli/omurgalı bir toplum çıkmaz.
Ayakta ölmek diz üstü yaşamaktan daha iyidir.
Zühtü Akar