Ezber bozmaya devam edeceğiz, zira Cumhuriyetimizin kurucu ilkeleri çok yanlış bir şekilde anlatılıyor. İşin kötüsü bunları düzeltecek insan neredeyse yok denecek kadar azdır. O halde halkımızı aydınlatarak bazı gerçeklerle yüzleşmeye çalışalım.
Türkiye’nin kurucu ilkeleri Kanun-u Esasi ve Misak-ı Milli kavramlarıdır. Yani birincisi anayasa, ikincisi ise Müslüman ahalinin yaşadığı coğrafya dâhilindeki vatan topraklarının bir bütün olduğu ve bundan asla vazgeçilmeyeceğine dair edilmiş yemindir.
Kanun-u Esasi, 2. Abdülhamid tarafından 1876 yılında ilan edilmiş olup Türkiye Cumhuriyetinin de uzun yıllar boyunca kullanmış olduğu metindir.
Üzerinde çok önemli değişiklikler yapılsa da 27 Mayıs 1960 askeri darbesine kadar devam etmiştir. Bu değişikliklerden bir tanesi 5 Şubat 1937 yılında yapılmış olup Halk Fırkasının sembolü olan “6 ok ve ilkeler” anayasamıza dâhil edilmiştir.
1960 yılına kadar anayasamızda yapılan en önemli değişiklik ise 10 Nisan 1928 tarihinde yapılmıştır. Anayasa'nın 2 maddesinde yer alan “Türkiye Devleti'nin dini İslam'dır” hükmü çıkarılmıştır. Ayrıca milletvekillerinin yeminlerindeki bazı kelimeler değiştirilmiş “namusum üzerine söz veririm” ifadesi kullanılmaya başlanmıştır.
Misak-ı Milli yani milli yeminimiz ise Lozan Anlaşması ile delik deşik edilmiş vatan topraklarımız Batılı ülkelere peşkeş çekilmiştir.
Batı Trakya, Ege Adaları, Çanakkale ve İstanbul Boğazları, 12 Ada ve Rodos, Kıbrıs, Halep, Musul, Kerkük ve Batum gibi ülkemiz açısından hayati öneme sahip şehir ve bölgelerimiz; İngiltere, Fransa, Yunanistan ve Sovyetler Birliğine verilmiştir.
Kurucu ilkelerimiz içinde en önemli yeri işgal eden bu toprakların bir bütün olduğu ve bunların kurtulmasına kadar milli mücadelenin devam edileceğine ait milli yeminimiz, Halk Fırkası ve devamı olan CHP tarafından bugüne kadar daima göz ardı edilmiştir.
İşin daha kötüsü 2022 yılında ülkemizin bütünlüğüne karşı çıkan ve bağımsız bir devlet peşinde koşan PKK ve onun siyasi uzantısı olan HDP gibi partilerle dirsek temasında olan CHP, milli yeminimize karşı çıkmayı sürdürmektedir.
Bu konuda çok açık olmasa da gizli bir şekilde HDP ile işbirliği yapılmaktadır.
Daha ilginç olanı ise kendisini milli ve muhafazakâr olarak ilan etmiş 5 parti de CHP ile birlikte hareket edeceklerini söyleyebilmektedirler..
Türkiye’de siyasetin ne derece ikiyüzlü yapıldığı ve perde gerisinde türlü türlü dolapların çevrildiği artık çok net olarak anlayabiliyoruz.
23 Nisan 1923 yılında Hacı Bayramı Veli Camiinde kılınan Cuma namazından sonra Kur’an ve hadis hatimleri ile beraber açılan Meclisimiz, milli mücadelenin başarıya kavuşmasından sonra büyük ölçüde tasfiye edilmiştir.
Birinci Meclis’in Lozan Anlaşmasını kabul etmeyeceği anlaşılmış bunun yerine seçilen ikinci meclis azalarından da çok önemli muhalefet gelmiştir.
Fakat Halk Fırkası, demir yumrukla bütün muhalif fırka ve partileri kapatarak yoluna devam etmeyi başarmıştır.
Yukarıda saydığımız bu acı gerçekleri söyleyebilen az sayıda siyaset bilimci bulunuyor. Bu insanlar kurucu ilkelerimizi doğru bir şekilde ifade etmeye çalıştığı anda başlarına olmadık işler açılabilmektedir.
Bu nedenle kimseyi kınayamıyoruz. Lakin gençlerimiz ve cesur aydınlarımız, milletimizden uzaklaşmış ve gerçekleri tersyüz edip anlatan yalancı akademisyen ve siyasetçilere; gereken dersi bir gün mutlaka verecektir. Zira gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkma huyu vardır.
Kurucu ilkelerimiz olduğu iddia edilerek halkımıza dayatılan CHP’nin 6 okundan da bahsetmek gerekiyor.
Her şeyden önce bir partinin ilkelerini anayasaya ilave etmek demokratik usullere aykırıdır. Anayasalar ancak Meclis çoğunluğu ve bir referandum ile değiştirilmelidir.
Bununla birlikte İtalyan lider Mussolini’nin faşit partisinden alınan ilkelerin, Türkiye’de askeri darbe ile işbaşına gelen siyasi iktidarlar tarafından demokratik olmayan usullerle halka dayatılması kabul edilemez bir tutumdur.
Zira altı ok denilen ilkeler; Romalıların balta ve çubuklarından ilham alınmış olup İtalyan faşist partisinin sembolleridir.
Zaten cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve devletçilik ilkeleri İtalyanlardan alınmıştır. İlave olarak laiklik, inkılâpçılık (devrimcilik) ve halkçılık; CHP tarafından ilave edilerek anayasamıza ithal edilmiştir.
1937 tarihinde anayasaya sokulan bu maddeler 1961 ve 1982 anayasasına da dahil edilerek günümüze kadar ulaşmıştır.
Kıssadan hisse bu olmak gerektir ki; öncelikli olarak bir sivil anayasa yapmalı ve kurucu ilkelerimizi bu anayasada görebilmeliyiz.
Aksi takdirde atalarımızdan devraldığımız ve sınırlarına ulaşana kadar mücadele edeceğimize dair milli yeminimize; ihanet etmiş oluruz, vesselam….
Dr. Vehbi Kara