Kabr-i Bozo Baba!
Bu hafta da gülerken düşündüren yazılarıma devam etmek istiyorum…
İçimizi karartan ekonomik verilerle dolu tablolar ve bunların reel yaşamlarımıza yansımalarını konu eden cümleler yazmak gelmedi içimden.
Cari açık, bütçe, enflasyon, işsizlik, kadının iş ve sosyal hayattaki olmayan yeri, Güneydoğu’daki ve sınır ötesindeki operasyonlar, seçim sathı mahallinde yaşanan vs şeyler geri dursun…
KISSADAKİ HİSSE
Ekonomik değeri; bilinen hiçbir maddi karşılıkla ölçülemeyecek kadar zengin dil ve edebiyat kültürümüz, söylencelerimiz, halk hikâyelerimiz ve atasözleri dağarcığımızdan bir anonim “kıssa”yı aktaracağım.
Kıssalar, “hisse” çıkarmak içindir. Herkesin malumu; bir kıssanın içinden birden çok ders çıkarmak mümkündür.
Bendeniz, “Bu hikâyeyi, şu iş için yazdım” demeyi sevmem. Okurlarıma hakaret sayarım.
Herkes, eminim ki bu hikâyeyi kendince bir yere monte edecektir.
YOL UZUN, MERKEP YAŞLI
Eskiden, ulaşım bugünler gibi çeşitli ve lüks değil. Ya binek hayvanlarıyla ya da yaya kat edilirmiş mesafeler. Menziline göre; 3 ay, 5 ay, 1 sene yol gidilirmiş.
O günlerden birinde; adamın biri çok sevdiği, taa sıpalığından bu yana bakıp, büyüttüğü ve “Bozo Baba” adını verdiği merkebiyle uzun bir yolculuğa koyulur.
Endişelerini içinden geçirmeden de edemez: “Bozo Baba çok yaşlandı. Yol uzun. Gidiş-dönüş bir seneyi bulacak. İnşallah dayanır. Yolda, belde ölüp kalmaz hayvancağız…”
AZ GİDERLER, UZ GİDERLER…
Az giderler, uz giderler, dere tepe düz giderler…
Menzili yarılayamadan zavallı, yaşlı merkep devriliverir ansızın…
Ölür!
Yolcu da yıkılır adeta. Hem çok sevdiği eşeği ölmüştür hem de geride yaya gidilecek daha bir dünya yol!
Gönlü rıza göstermez, çok sevdiği emektar eşeğinin öyle ortada, kurda-kuşa yem olmasına…
Hemen bir çukur kazar, eşeği gömer. Başucuna da bir taş dikip, üstüne; “Bozo Baba” yazar ve yayan-yapıldak yoluna devam eder.
***
Yolcu, menziline varır. İşini görür ve aynı güzergâhı takip ederek evine, iline dönüş yolculuğuna başlar. Yaşlı merkebin öldüğü ve onu gömdüğü yere geldiğinde, gördükleri karşısında adeta çarpılır yolcu! Mıh gibi çakılı durur olduğu yerde…
“Düş mü görüyorum?” diye gözlerini ovuşturur, kendini çimdikler.
Yok, düş değildir gördükleri.
Gerçektir.
Süslü, püslü bir mezar...
Mermer üzerine özenle yazılmış bir yazı: Kabr-i Bozo Baba.
Adeta türbeye çevrilmiş mini bir külliye!
Şadırvan…
Şuraya buraya bağlanmış dilek paçavraları vs…
MERKEP MEZARINDAN TÜRBE OLUR MU?
Cin çarpmışa dönen yolcu, bu büyük yanlışı ve batılı düzeltmek adına, sorar-soruşturur.
Kara cahilliği yapanları yakın bir köyde bulur.
Selam verir, oturur.
Buyur eder köylüler, bu yolcu dervişi.
Adam akıllı ağırlarlar.
Altına yüksek minderler sererler.
Önüne de mükellef sofralar açarlar.
Yenilir, içilir...
***
Söz, mabetleştirilen “Bozo Baba”ya gelir.
Yolcu, sayar-döker bir çırpıda, hikâyenin aslını.
Köylüleri cehaletlerinden ötürü kâh azarlar, kâh ders verir; ince yollu.
Bir de sorar onlara; hiç mi mektep-medrese yüzü görmediklerini?
Hangi akla hizmetle araştırmadan, soruşturmadan, kitap-yazı karıştırmadan, bir âlime danışmadan böyle bir iş ettiklerini…
***
Sonra yaşananların şokuyla oradan ayrılır, kaldığı yerden yolculuğuna devam eder.
Cehaletin, bir eşeğin ölüsü üzerine bile kutsal türbeler kurulmasına yol açabileceğine inanası gelmez!
***
Yolcu, yolculuğunu tamamlar…
Evine, ocağına varır…
Tanıdık, bildik herkes etrafını sarar, yolculuktan sual ederler.
İçlerinden biri, yaşlı merkebi sorar.
Yolcu, dalgın ve düşünceli cevap verir: “Hepimiz eşekmişiz… Öyle bir ‘ermiş’i sezememişiz…”