ONLAR BİZİM ÇOCUKLARDI...
KIZIL ELMAYA SEVDALI, OCAKLILAR DI... (2)
---Mazlum ve mahzun bir nesil---(2)
Onlar; sahte hakikatlerin sayısız yalanları yerine, Mutlak Hakikat’in sönmeyen nurundan ilham alarak küfrün karanlığını İslam güneşiyle aydınlığa tedvir etme cehdi ve aşkı içinde “Çağrımız İslâm’da dirilişedir” diye cihana seslenen, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”ni “cihad” ruhuyla yorumlayarak, Anadolu yaylasından dün olduğu gibi bugün de ayağa kalkacak bir hareketin insanlığı yeniden iman çağına ulaştıracağına ve bu göreve Türk Milleti’nin memur edildiğine inanan bir düşüncenin temsilcileriydiler...
Onlar; ihtişamlı bir medeniyetin inşâsı için besmele çekip zora talip olan, mücadelenin iman, sabır ve çileyle yoğrulması gerektiğine inanan, “zaferle değil seferle yükümlü olduklarını” bilen, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız” diyen Anadolu Alperenleri olarak tabutluklardan başlayıp idam sehpalarına kadar uzanan bir hayata tâlip oldular, gençliklerini yaşamadan en güzel yıllarını zindanlarda, hücrelerde geçirdiler...
“Yusûfiye” denilen çilehânelerde yeni bir ruh ve aşk potansiyeli idrak edip, nefis terbiyesini tamamladılar...
Onlar; vatanda gurbeti yaşarken bile milletin derdiyle Mecnun oldular...
Telli duvaklı bir sevgilinin değil, “Bir Güzel Ülkü”nün peşinden gittiler, tarihe yeni kahramanlar armağan edip, hüzünle umudu birlikte çivilediler gözlerimize...
Onlar; “...öğretilmemiş, tevârüs edilmiş bir asâletin emriyle; gâhi kızılcık, gâhi keder, gâhi sabır, gâhi ecel şerbeti içtiler de, bir dem olsun kan tükürmediler...”
Onlar; inandıkları dâvâ için şehâdet şerbetini içtiler...
“Yaslı, yaralı Türklerin" bağımsızlıklarına kavuşmalarını göremeseler de, onların hayallerinde “Esir Türk illerinin hürriyet mücadelesi” çok önceden neticelenmiş, “Güzel Türkistan senge ne oldu” diye haykırırlarken bile mübârek Gök bayrak çoktan zafer burçlarına çekilmiş, Kafkaslardan esen yellerle Karadeniz çırpınırken “Yeni bir Türk Asrı” nın doğacağına gönülden inanmışlardı...
Onlar; hayatlarını Hakk’a göre tanzim eden, muhabbetleri de, nefretleri de Türk-İslâm Ülküsü’ne göre şekillenen Alp-Erenlerdi...
Süflî sevdâlar onların gönlünde aslâ yer bulamadı...
Basit dünyevî hesaplar ve menfaatler için ideallerini rafa kaldırmadılar...
Kalbini ve beynlerini hiç bir zaman midelerinin emrine vermediler...
Onlar; “Nefsini yularla güdenlerdendi”, yularını nefsinin eline verenlerden olmadılar...
Allah’a hakkıyla kul oldukları için, kula kulluk etmediler...
Onlar; “Şerefle kaybedilen dâvânın üzüntüsü bir gün sürer, şerefsizce kazanılan makam ve mevkinin zilleti bir ömür boyu devam eder” diyen koçyiğitlerdi...
Onlar; Efendimiz’in “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadîsini serlevha ettikleri için zulme ve haksızlığa rıza göstermediler...
“Mazlumlara karşı izzetli ve merhametli, zâlimlere karşı da onurlu ve kuvvetli” oldular...
“Kadife eldiven içindeki çelik yumruk” diye târif edildiler...
Hakkın sevdasıyla zamana ve mekana meydan okudular... Makâma, şöhrete ve servete îtibar etmediler...
“O’nu bulan neyi kaybetmiştir ki, O’nu kaybeden neyi bulmuştur ki” anlayışının müntesibiydiler...
Mevlüt KALELİ